İçeriğe geç

Sudan hangi ırktan ?

“Sudan hangi ırktan?” sorusu neden hatalı ve tehlikeli: Kimliği ırk kutusuna sığdırma deneyi

Şunu en baştan söyleyeyim: “Sudan hangi ırktan?” sorusu, hem analitik olarak yanlış hem de politik olarak riskli. Bir ülkenin insanlarını tek bir ırka indirgemek; tarihi, dilleri, kültürleri, sınıfsal ve bölgesel farklılıkları yok saymak demek. Üstelik bu soru, bugün hâlâ hayatları etkileyen ayrımcılık döngülerini meşrulaştırabiliyor. Bu yazıda, “ırk” fikrinin niçin sorunlu bir kategori olduğunu; Sudan özelinde etnisite, dil, kültür ve vatandaşlık kavramlarının nasıl iç içe geçtiğini ve bu indirgemeci sorunun bizi nasıl yanlış yerlere sürüklediğini eleştirel bir mercekle tartışacağım.

Irk kutusu: Bilimsel mi, politik mi?

Irk, çoğu zaman biyolojik bir gerçeklikmiş gibi sunulsa da modern bilimsel çerçevede toplumsal olarak inşa edilmiş bir sınıflandırmadır. İnsan türü içindeki genetik çeşitlilik, “ayrı ırklar” anlatısından çok daha akışkan ve iç içedir. Yine de ırk fikri, politik ve tarihsel olarak güçlüdür; çünkü kimlerin “bizden” sayılacağını belirleyen sınırlar çizer. Bu sınırlar, kimi zaman yurttaşlık hakkından eğitime, sağlıktan güvenliğe kadar somut sonuçlar doğurur. Dolayısıyla “Sudan hangi ırktan?” demek, bilimsel bir merak cümlesinden çok, kimin söz hakkı var sorusuna cevap arayan bir iktidar cümlesine dönüşebilir.

Sudan’ı homojen sanmak: En büyük metod hatası

Sudan’ı tek bir ırk etiketiyle açıklama girişimi, sahadaki gerçekliği ıskalar. Ülkede çok sayıda etno-dilsel topluluk bulunur: Arapça konuşan topluluklar, Nil vadisinde yüzyıllar öncesine uzanan Nubiler, doğuda Beja, batıda Fur ve Darfur’daki diğer halklar, güneyde Nuba dağlarının toplulukları ve daha niceleri… Bu çeşitlilik; dil, lehçe, yaşam biçimi, geçim kaynakları ve tarihsel hafızada kendini gösterir. “Hangi ırk?” sorusu bu zenginliği tek kelimeye indirger. Peki bu indirgeme ne işe yarar? Gerçekliği anlama amacına hizmet etmez; aksine hiyerarşi üretir.

“Arap” mı, “Afrikalı” mı? Çerçevenin tuzağı

Sudan bağlamında sık rastlanan bir ikilik şudur: “Arap” mı “Afrikalı” mı? Bu ikilik, tarihsel etkileşimleri ve melezlik hâllerini görmezden gelir. Dil olarak Arapça kullanmak, herkesin aynı kökenden geldiği anlamına gelmediği gibi; kendini “Afrikalı” olarak tanımlamak da tek tip bir kimliğe işaret etmez. Üstelik bireylerin özaidiyet beyanı—kendini nasıl gördüğü—ile dışarıdan yakıştırılan etiketler çoğu zaman çatışır. O hâlde tek bir ırk cevabı aramak yerine, şu soruları sormalıyız: Kim nasıl yaşar, nerede söz sahibi, hangi kaynaklara erişir?

Irk sorusu neden zararlı? Üç kör nokta

  • Tarihi düzleştirir: Köle ticaretinden sömürgeci sınır çizimlerine, kuraklık ve çatışmaların yarattığı iç göçlere kadar uzun bir geçmiş, “tek ırk” etiketiyle susturulur. Tarihi konuşmadan bugünü anlayamayız.
  • İktidar ilişkilerini görünmez kılar: Kimlikler yalnızca “kim olduğun” değil, kime hesap verdiğin ve kimden hak talep ettiğinle de ilgilidir. İdari merkez—çevre, kırsal—kentsel, çoğunluk—azınlık eksenleri ırk sorusunun sisinde kaybolur.
  • Şiddeti normalleştirir: Etnik veya bölgesel gerilimlerin üstüne “ırksal” damga basmak, karmaşık kaynak ve temsil krizlerini doğallaştırır. “Onlar zaten öyle” cümlesi, politik çözüm arayışını felç eder.

Eleştirel bir alternatif: Yurttaşlık, temsil ve kaynak adaleti

“Hangi ırk?” yerine sorulması gereken sorular şunlar olmalı:

  1. Yurttaşlık nasıl işliyor? Kimin belgeleri var, kimin yok? Kayıt dışılık hangi bölgelerde yoğun?
  2. Temsil nasıl dağılıyor? Ulusal ve yerel düzeyde karar mekanizmalarında yerel topluluklar görünür mü? Dil politikaları kamu hizmetlerine erişimi etkiliyor mu?
  3. Kaynaklar nasıl paylaşılıyor? Su, tarım arazisi, mera, maden ve altyapı yatırımlarında kimler öncelik alıyor, kimler dışlanıyor?

Bu sorular, kimliği ırk kalıbına sıkıştırmadan adalet odaklı bir analiz yapmamızı sağlar.

Kimlik anlatıları: Hikâyenin gücü ve tehlikesi

Her topluluk, geçmişini anlamlandırmak için hikâyelere başvurur. Sorun şu ki, bu hikâyeler bazen “biz ve onlar” mantığını pekiştirir. Eğitim ve medya dillerinde tek yönlü kahramanlık anlatıları çoğaldıkça, diğer toplulukların acıları görünmezleşebilir. Eleştirel okuma burada devreye girmeli: Hangi hikâye kimin sesini susturuyor?

“Sudan hangi ırktan?” sorusunu neden reddetmeliyiz?

Çünkü bu soru, yanlış ölçü aleti ile gerçeği tartar. Sudan’ı anlamak istiyorsak; göç yollarını, iklim krizinin etkilerini, kıtlık ve enflasyonun toplum katmanlarında yarattığı kırılganlıkları, dil ve inanç farklılıklarının gündelik hayatı nasıl şekillendirdiğini konuşmalıyız. Bu çerçevede çözüm, “ırksal tasnif” değil; hak temelli politika, temsil dengesi ve kaynak adaletidir.

Provokatif sorular: Tartışmayı açalım

  • Bir ülkeyi tek bir ırka indirgeme arzusu, gerçekte hangi siyasi veya psikolojik ihtiyacı karşılıyor?
  • “Irk” yerine yurttaşlık, temsil ve kaynak üçlüsünü konuşsak; çözüm yollarımız nasıl değişir?
  • Medyada ve eğitimde hangi anlatılar, bazı toplulukların deneyimini sistematik biçimde görünmez kılıyor?
  • Kendi dilimizde ve günlük konuşmalarımızda hangi kalıp sözler, farkında olmadan hiyerarşi kuruyor?

Son söz: Kutular değil, köprüler

“Sudan hangi ırktan?” sorusuna verilecek en dürüst yanıt, yanlış soruyu reddetmektir. Çünkü bu soru, insanları kutulara tıkayıp kapakları kapatır. Oysa ihtiyaç duyduğumuz şey, kutular değil köprüler. Köprü kurmanın ilk adımı, kimlikleri indirgemeden ve yarıştırmadan dinlemek; ikincisi, adaleti somut kurumlara ve politikalara dönüştürmek. Tartışmayı büyütelim: Sizce, bir ülkeyi anlamanın en adil ve işe yarar başlangıç sorusu nedir?

Anahtar kelimeler: Sudan hangi ırktan, Sudan etnisite, ırk kavramı eleştirisi, toplumsal kimlik, yurttaşlık ve temsil, kaynak adaleti, kültürel çeşitlilik

::contentReference[oaicite:0]{index=0}

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
cialismp3 indirbetxper yeni girişprop money